Ne söylesek zor ve anlamsız.
Bir çocuk daha, aklı dünyayı kavrayamadan, çocukluğunu
yaşayamadan toprağa verildi.
Türkiye; küçük Irmak’ın akıllara, vicdanlara sığamayacak
ölümünü konuşuyor.
3.5 yaşında bir çocuk. Sadece 3.5 yaşında. İnsan yazarken
utanıyor ama tecavüze uğruyor, boğularak öldürülüyor. Küçük bedeni, bir çöp
torbasıymış gibi önce çöpe atılıyor, daha sonra gömülüyor.
Tüm bu iğrenç detaylar, aklı hiçbir şeye ermeyen bir çocuğun
başına geliyor.
Tüm bunlar zaten medyada, her yerde yeterince konuşuldu.
Daha fazla bu kan donduran detaylara girmek istemiyorum. Zira maalesef bu kadar
konuşmak bir şeye derman olmuyor.
Zamanla insanlar gündelik hayatlarına devam edecekler, tüm
bunları bir ‘hit’ fırsatı olarak görüp farklı şekillerle, başlıklarla
tekrarlarca haber yapanlar da unutacaklar. Hayat devam edecek.
Peki ya o aile için bir hayat olacak mı? Evlatlarını,
çocukluğuna doyamadan toprağa veren o aile ne yapacak? Bunun cevabını kim
verebilecek?
Şimdi, o detayların arkasındaki görünmeyenlere veya hasır
altı edilenlere bakmak lazım.
Türkiye’de 2015 yılında ölen çocuk sayısı 617.
İş cinayetlerinde ölenler, Irmak ile benzer kaderi
yaşayanlar, savaşlardan kaçarken amansız dalgalarda boğulanlar…
Tüm bunlara 2016 yılında ölenleri ekleyin ve son olarak
Irmak’ı düşünün. Ölen çocuklar hanesine bir sayı daha ekleyin. Bir sayı daha
eklemek ne kolay değil mi? Sanki cansız bir beden değil de bir istatistikten
bahseder gibi. Tüm o çocuklar, bir istatistiğin verileri değil, hayatlarını
yaşayamadan ölen, korkunç düşüncelerin bedelini ödeyen masum bedenlerdi.
Nereden tutsan, düşünsen elinde kalıyor. Hangisinden
bahsedebiliriz ki şu geçmişi biraz irdelediğimizde?
Belki birçoğumuz unuttuk. Bundan 4 yıl öncesine ait bir
haber. Ben hiç unutamadım o haberin maktulünü: Ağrılı Melek Karaaslan.
Daha 16 yaşında evlendirildiği eşinden ve eşinin ailesinden
akıl almaz şiddetler gördü.
Kayınvalidesi tarafından hamileyken kış vakti sokağa atıldı.
Ağrı'nın soğuğunda dışarıda doğum yaptı. Bebeğini kaybetti. Bunalıma girdi,
davranış bozuklukları yaşadı. Destek beklerken yine şiddet gördü.
Melek’in babası birkaç kez kızını alıp eve geri götürdü.
Ancak ailelerin büyükleri Melek'i ''namustur'' diyerek eşinin evine geri
gönderdi. Nihayetinde Melek Karaaslan, eşinin evinde şiddet görmeye devam etti.
Tuvaletini bile tutamaz hale getirildi.
En sonunda kayınvalidesi onu tuvalete kilitledi. Üç ay
boyunca ailesinin nasıl oluyorsa akıllarına bile gelmedi sormak.
Sonunda babası merak edip eve geldiğindeyse artık çok geçti.
Melek, hastaneye kaldırıldığında 30 kiloya düşmüştü, bilinci yerinde değildi.
Komadan çıkamadı ve yaşam mücadelesini kaybetti Melek. Dalga geçer gibi
kayınpederi 6 yıl cezayla sıyrıldı işin içinden.
Sadece bu da değil. Para karşılığı birlikte olduğu kadının
oğlunu (6 yaşındaydı) buna şahit oldu diye öldürüp tarlaya atanlar, 2009’da,
bir bayram günü şeker toplamaya çıkıp aylar sonra evine cenazesi dönen çocuklar
ve daha akla gelmeyen nice korkunç cinayetler.
Nereden başlamalı bilemiyorum. Sorulacak, düşünecek öyle çok
şey var ki.
Örneğin, erkek egemenliğin hakim olduğu eril dil ne zaman
son bulacak? Gündelik hayatlarımıza öyle sıradan vecizler olarak yerleşmiş ki
farkında değiliz.
Veya ‘’Çocuk gelinler’’ denilen (ki böyle bir tanım olmaz,
olamaz. Çocuklardan gelin olmaz) ve hala devam eden, üstü kapalı olarak gelenek
kılıfına uydurulan, özünde pedofili olan iğrenç bir mevzu var. Bu ne olacak?
Toplum ‘’Pedofili’’ kavramını biliyor mu? Bu tehlikenin ne
kadar farkında?
Erkek çocuklarına küfür öğretince sevinen, çocuğunun sözüm
ona ‘erkekliğe’ adım attığını düşünen ebeveynler var. Bu ne olacak?
Böyle bir ortamda, bu çocuklar ne kadar sağlıklı
büyüyebilecek?
‘’Aslan, kaplan oğlum’’, ‘’Sen şöyle yaparsın, böylesin’’
tarzı bir yetiştirme dilini aşılamayın çocuklarınıza.
Çocuklarınıza, aslan, kaplan olmayı değil, başkalarının
üzerinde tahakküm kurmayı değil, insan olmayı öğretin.
Tüm bu yukarıda saydığım cinayetler, sizce de bu yerleşik
kültürel parçaların bir yansıması değil mi?
Her geçen gün, kanıksadığımız, gerçek olamayacak kadar
korkunç cinayetlere bir yenisi ekleniyor. Bir yerde, küçük bir çocuk ölüyor ve
hep seyrediyoruz.
İnsanlığımız, vicdanımız öldü bizim. Her gün ölüyoruz,
yitiyoruz yavaş yavaş.
Söyleyin, mezar taşlarımız nerede?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder