25 Mayıs 2015 Pazartesi

68. CANNES FİLM FESTİVALİ

Yılın bolca konuşulacak filmlerinin habercisi, ödül sezonunun alamet-i farikası, ve biz Türk sinemaseverler için biraz da ''Filmekimi'' habercisi olarak anabileceğimiz Cannes Film Festivali; geçen yılki törenin yaşattığı benzersiz sevinç ve ürperti hala içimizde tazeyken, 68. kez düzenlenen kapanış töreniyle son buldu.

Gecenin merakla beklenen ödülü Palme d'Or ''Dheepan'' ile vatanında kalırken diğer dallar da şöyle sonuçlandı:

Altın Palmiye: Jacques Audiard- Dheepan 
Büyük Jüri Ödülü: Saul Fia
En İyi Yönetmen: The Assassin- Hou Hsiao-hsien / Tayvan
En İyi Erkek Oyuncu: The Measure of a Man- Vincent Lindon
En İyi Kadın Oyuncu: Emmanuel Bercot ve Rooney Mara 
En İyi Senaryo:  Chronic- Michael Franco / Fransa
Jüri Ödülü:  Yorgos Lanthinos- The Lobster / Yunanistan
En İyi Kısa Film: Wave 98 / Lübnan

19 Mayıs 2015 Salı

STEVE JOBS'A ''İLK BAKIŞ''

Ekim 2011'de gözlerini yuman teknoloji dünyasının yenilikçi CEO'su Steve Jobs; beyazperdede ilk olarak 2013'de hayat bulmuştu.

 Joshua Michael Stern'in yönettiği film için Sundance Film Festivali'ndeki olumsuz yorumlarla başlayan eleştiriler artarak devam etmişti.

Bazı eksiklerine rağmen ben yine de abartıldığı kadar kötü bulmamıştım bu ilk Jobs filmini. Özellikle Ashton Kutcher'in gayet iyi kotardığı Jobs performansını sevmiştim.

Aradan kısa bir zaman geçti ki bir yeni Jobs projesi daha ortaya çıktı. Bu sefer daha iddialı bir kadro vardı ortada.
West Wings ve son dönemdeki The Newsroom gibi televizyona yaptığı güzel işlerle tanınan, tabir-i caizse ''sağlam kalem'' Aaron Sorkin vardı projenin başında. Bu bile merak etmek için yeterli bir sebepti.

Önce Jobs rolü için Christian Bale'in açıklandığı projede rol, Bale'in çekilmesiyle Michael Fassbender'a emanet edildi, yönetmen koltuğu da Danny Boyle gibi ehil bir isme verilince merak unsuru arttı.

Ve derken... filmden ''ilk bakış'' videosu da geldi.

9 Ekimde ABD'de vizyona girecek olan filmin senaryosu; Aaron Sorkin'in kalemine ait olmasının yanı sıra Walter Isaacson'un çok başarılı olduğunu düşündüğüm okunası Steve Jobs biyografisinden de uyarlanacak olmasıyla beklentiyi artırıyor.

17 Mayıs 2015 Pazar

YEDİ NUMARA, BİR SAHNE

Bir zamanların güzel dizisi Yedi Numara...

Bir bölümde yüksek gelen faturalardan dolayı, tasarruf yapabilmek için su, doğal gaz ve elektrik harcamaları kısıtlanmıştır. Öyle ki musluk dahi açılmamaktadır.

Bir sabah Armağan ve Cansu uyanıp lavabonun önüne geldiklerinde içeriden su sesi geldiğini duyup şaşırırlar. Evde musluk açma yasağı vardır.
Lavabodan başı havlu ile sarılı Ayten çıkar. Armağan ve Cansu hesap sormaya girişirler.

Ayten (Yüzünü gazeteyle saklamış şekilde): Günaydın!
Armağan: Günaydın. İçeride şakır şakır akan bir su sesi duydun mu?
Ayten: Yooo
Cansu: Neden başına havlu sardın?
Ayten: Hiiiç
Armağan: Sen gizlice saç yıkamadın, değil mi?
Ayten: Yooo (Ve gider usulca)

Cansu ve Armağan kendi aralarında konuşurlar bunun üzerine
Cansu: Şimdi sen, kırk yıllık arkadaşına ''Gözümün içine baka baka yalan söylüyorsun'' diyebilir misin?
Armağan: Diyemem
Cansu: Ben de diyemem
Armağan: Öyleyse unutmaya çalışalım

İşte bu ve bunun gibi diyaloglarında gizli belki de Yedi Numara'nın eskimeyen güzelliği, naifliği.

Arkadaşlıkları için arkadaşlarına hesap bile sormaya çekinip unutmaya çalışanların, fesatlık barındırmayan, ince, doğal karakterlerin dizisiydi Yedi Numara. Şu televizyon çöplüğünde bir hoş seda bırakıp giden bir diziydi.

Hatırlamak lazım. ''Unutursak kalbimiz kurusun'' denir ya, öyle işte...

16 Mayıs 2015 Cumartesi

DÜŞÜNEN SPOR DERGİSİ: SOCRATES

Kombineli, haftasonunu spor müsabakalarına ayıran bir seyirci, yeme-içme saatlerini, sosyal hayatını bile spor müsabakalarına göre ayarlayan biri olup olmamanız veya hangi spor dalına ilgi duyduğunuz hiç mi hiç önemli değil.

Ucundan kıyısından da olsa spora bir yerinden dahil olduysanız, edebiyat-sinema merakınızın yanında biraz da olsa göz ucuyla sporda neler olup bittiğine kulak kesildiyseniz veya hiç atletizm merakı yokken 2008'de Usain Bolt'u nefes nefese takip ettiyseniz, Zidane 2006'da finalin uzatmalarında kırmızı kart görüp usulca İtalya'ya gidecek olan 'o' kupanın yanı başından soyunma odasına giderken  üzüldüyseniz, Spitz'e yetişemeyip Phelps'in yeni bir tarihi yazmasına tanık olduysanız hem de hiç yüzme bile bilmeyerek!

Öyleyse bu dergiyi mutlaka okuyun.

Nisanda Caner Eler'in (ki Eurosport müdavimi olanlar çok iyi tanır) genel yayın yönetmenliğinde ''Düşünen Spor Dergisi'' mottosuyla yola çıkan Socrates ile henüz bu hafta Mayıs sayısı ile tanıştım.

Açıkcası ilk sayısını ıskalamama epey hayıflandığımı söylemeliyim. Neydi bu ihmalin sebebi bilmem ama geçen ay dikkatimi çekse de alıp okumamıştım açıkcası.

Mayıs sayısıyla tanıştım, her bir sayfayı ''Nolur bitmesin'' iç sesi eşliğinde okudum, çok sevdim, bazı cümlelerini tekrar tekrar okuyacak kadar sevdim.
Buraya da yazmasam olmaz dedim. Ortaya nefis bir iş çıkmış.

Bir spor dergisinden de çok daha fazlası aslında Socrates. Spora dair çok şey anlatırken dolaylı olarak da insana dair çok şey anlatan, her bir spor dalının kahramanlarını ele alırken insan eksenli edebi bir dil de tutturan bir dergi.

Yazan çizenleri de üstelik belki ilk bakışta insanın düşüneceği şekilde sadece spor yazarlarından oluşmuyor. Edebiyatçısından, yönetmenine, oyuncusuna kadar herkes bir anısıyla yer alıyor bu güzel dergide.

Caner Eler bu ayki sayının önsözünde Field of Dreams'e yer vererek  ''İnşa edersen gelirler'' repliğini hatırlatıyor.
Tıpkı bu replik gibi Socrates de bünyesinde barındırdığı, emeği geçen güzel insanların inşasıyla oluşmuş naif, güzel bir spor dergisi. ''Spor dergisi'' diyerek basite de indirgenemeyecek bir dergi.

Böyle güzel bir dergi inşa olmuşsa bize de bu dergiye, satırlarına katılmak düşer.

Odak noktaları tamamen aynı olmasa da 2006 mayısında yayın hayatına başlayıp kısa süre yayımlanan F Dergi'yi hatırlattı bana Socrates. Onun yayın ömrü kısa olmuştu, umarım Socrates aynı kaderi paylaşmaz ve uzun süre devam eder yayın hayatına.

Şimdi ilk işim harıl harıl arayarak ilk sayısını da koleksiyona katmak olacak.
Mütemadiyen okuyunuz.

14 Mayıs 2015 Perşembe

ELİF KEY: BİZE İKİ ÇAY SÖYLE

''En çok kim seviyor seni?... En son ne zaman kendi hatrını sordun?... Kaç defa düştün, kaç defa ayağa kalktın?... En son kime, “Senin kredin sonsuz bende” dedin de sonra dostluğunu takside bağladın?


Vazgeçtiklerinle vazgeçemediklerinin boyları kaç metre olmuş biliyor musun? Şimdi sana kaybolan yıllarını verseler geri alır mısın?... Hayat bu. Sonra bir bakmışsın aklını, kalbini merdaneye kaptırmışsın... Çocukluk, büyümek, şehirlerin boğuculuğu, anneler-babalar, anneanneler-dedeler, kadir kıymet bilmek, her şeyi unutmak, sürate yenik düşmek... Yalnızlıklar, öfkeler, umutlar, heyecanlar, ölümler, küçük intihar notları... Ama en çok naiflikler, yanından fark etmeden geçip gitsek de aklımızın bir yanına takılıp kalan güzellikler...


Elif Key anların, olayların, sıradan gibi görünen başkalıkların fotoğraflarını çekip kalemini oynatıyor. Bize İki Çay Söyle... bir çocuk naifliği içinde eğlenceli ama bir o kadar da yakıcı anlatılar, bir iç dökme, dertleşme...''

6 Mayıs 2015 Çarşamba

MUMFORD AND SONS'DAN ''WILDER MIND''

Folk rock akımının İngiliz temsilcisi Mumford&Sons; ''Sigh No More'' ve ''Babel''in ardından üçüncü stüdyo albümleri ''Wilder Mind'' ile geri döndüler.

Mart ayında dinleyicilerine sundukları single ''Believe''in ardından 4 mayıs itibariyle albüm satışa sunuldu.

Toplam 12 parçadan oluşan albümü ayrıca Spotify, Deezer, iTunes gibi platformlar üzerinden dinleyebilirsiniz.

5 Mayıs 2015 Salı

RAY BRADBURY'DEN ''KARAHİNDİBA ŞARABI''

Bradbury sevenlerine bir müjde var.

Bradbury'un yarı-biyografik kitabı ''Karahindiba Şarabı''
Zeynep Kayalıoğlu ve Ozan Kayalıoğlu çevirisiyle 8 mayısta raflardaki yerini alıyor.

"Temiz, dumansız ve etkili, işte karahindiba şarabı bu."

Düzyazının şairi Ray Bradbury'den, kendi çocukluğundan esintiler taşıyan eşsiz bir cennet tasviri.

Ölümün kaçınılmaz olduğunu bilse de yaşadığının farkına varan, aldığı her nefeste daha da güçlenen on iki yaşındaki Douglas Spaulding, ailesi, zaman makinesi yapmaya çalışan komşuları ve yaz mevsimini doyasıya yaşadığı arkadaşlarıyla birlikte bu benzersiz romanda hayat buluyor. Hayatın büyüsü Douglas'ı etkilerken, yaz mevsiminin tüm güzellikleri karahindiba şarabıyla birlikte şişeleniyor.

Bradbury, yarı-otobiyografik romanı Karahindiba Şarabı'nda geçmişini ve anılarını olmasını istediği gibi yeniden canlandırırken, çocukluğunun büyülü kapılarında bekleyip, okuru kendi cenneti Green Town'da misafir ediyor. Yıllarca fantastik kurgu, bilimkurgu ve korku türünde yazdığı eserlerle tanınmasına rağmen, en iyi eserlerinden biri olan bu romanla yaşamı boyunca yazdığı her cümleye kaynaklık eden bir büyüme öyküsü anlatıyor bize. 

Karahindiba Şarabı, Tom Sawyer'ın Maceraları ve Çavdar Tarlasında Çocuklar'la karşılaştırılabilecek güçte olan nadir romanlardan.
Bumerang - Yazarkafe