17 Haziran 2014 Salı

ÖMRÜ AYAKTA GEÇEN, SAÇLARI ARTIK ÜŞÜYEN BİR KADIN

Vakit, akşamüzeri...

Kendimi bir parka atıyorum. Az sonra yanıma oturacak kişiden habersiz bir banka oturuyorum. Dalmış gitmişim etrafı seyre dalarken.
Ayakkabılarımı bağlamak için yere eğildiğim sırada, bir ses duyuyorum:
‘’Evladım, oturabilir miyim?’’ diyor. Tabii diyorum, sesin sahibine bakıyorum. 60’lı yaşlarında bir kadın.
Aradan saniyeler geçmiyor, o an birden bir sohbetin içinde buluyorum kendimi. Başlıyor anlatmaya. Hayatını, endişelerini, çocuklarını, gençliğini.

O an hipnotize olmuş gibi kulaklarım sadece onda. O anlatıyor, ben dinliyorum. Anlatırken gözlerinin içi gülüyor. ‘’Çok şeyler gördüm, çektim ama yine de ayakta durmak, gülmek lazım’’ diyor.
Ben o anda sadece bir misafirim sanki. Beni kendi hayatına, köyüne, gençliğine götürüyor kelimeleriyle.
Hiç kıpırdamıyorum, sanki kıpırdarsam o anın büyüsü bozulacakmış gibi hissediyorum. Ben susuyorum, o anlatıyor. Dakikalar geçiveriyor.

Belki, sıradan şeylerdi, günlük hayata dairdi anlattıkları ama öyle anlatıyordu ki kelimelerin arasında kaybolmamak elde değildi. Ben de kendimi kelimelerin akışına bırakıyorum. 10 dakika öncesine kadar tanımadığım bu kadının anlattıklarını dinlemekten son derece memnun bir halde karşısında oturmuş onu dinliyorum.

Çocuklarına gitmekten korktuğunu anlatıyor buruk bir gülümsemeyle. ‘’Ben onları okuttum, onlar için elimden geleni yaptım. Mesleklerini ellerine aldılar. Gözüm arkada değil, küseceklerse de ne yapayım?’’ diyor. Çok özlediğini söylüyor. Yorulduğundan bahsediyor.

Konudan konuya atlıyoruz. Daha doğrusu ben dinliyorum. Ne anlatılacaksa o anlatıyor.
‘’Okumuş kadınım’’ diyor. ‘’Liseyi bitirdim. Sağolsun, annem hep çalışmamı sağladı. Ben ders çalışayım diye ev işi yaptırmazdı bana’’ diyor. ‘’Ama işte babam üniversite okutamam dedi. Kaldım öyle. Buna da şükür diyor.’’
Anılar gözlerinin önünden hızla geçip gidiyor sanki. Aklına gelen anılardan yakalayabildiğini anlatıyor sırasıyla. Kah gülerek kah iç çekerek.
Sonra ‘’Anne bambaşkadır’’ diyor yere bakarak. ‘’Annenin yeri ayrıdır, annem hep ömrünü ayakta geçirdi. Ben de öyle olacağım galiba, ömrüm ayakta geçecek.’’

Sonra birden duruyor. Bana, ‘’İzin verirsen ben biraz daha seninle muhabbet etmek istiyorum’’ diyor.
Seve seve kabul ediyorum. Hani böyle karşındakine saygısızlık olmasın diye zoraki kabul etmek değil bahsettiğim. Gerçekten de severek kabul ediyorum ve anlatmaya devam ediyor.

Akşam ezanı okunmaya başlıyor yakındaki minarelerden. Duruyor, bir dua okuyor içinden. Kısa bir sessizliğin ardından kaldığı yerden devam ediyor anlatmaya.

Gözü parktan geçen insanlara takılıyor. ‘’Genç iken ben de bu parktan geçer giderdim. O zamanlar upuzun saçlarım vardı. Bir teyze, saçların üşümüyor mu kızım diye sormuştu. Üşümüyor derdim, gençtik o zamanlar. Şimdi, değişti her şey. Gençlik falan kalmadı. Artık üşüyor.’’ Diyor.

Toparlanıyor yavaş yavaş. Masalın sonuna geldiğimizi anlıyorum. Bitiriyor hayat hikayesini, masalını.
‘’Ben kalkıyorum, teşekkürler dinlediğin için.’’ Diyor. Ben de ona teşekkür ediyorum.
Alıyor poşetlerini eline. Parktan aşağıya doğru yürümeye başlıyor. Arkasından hiç kıpırdamadan bakakalıyorum.

Ve gittikçe uzaklaşıyor, gözden kayboluyor. Elindeki poşetlerle kendi masalını yaşamaya devam etmeye gidiyor. Sokağa, kalabağın arasına karışıyor.

Ve akşam çöküyor parkın üstüne.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bumerang - Yazarkafe