21 Mayıs 2014 Çarşamba

FİLMLERDEN NOTLAR

Les poupées russes 

2002 yapımı ''L'auberge espagnole'' ile başlayan serinin geçiş filmi kıvamındaki ikinci filmi. Açıkcası ilk film ile oldukça güzel başlayan serinin kanımca en zayıf halkası. Güzel bir ilk filmden sonra beklentinizi arttırınca aradığınız tadı, dinamiği bu filmde bulamıyorsunuz. Burada dikkat çekmek istediğim bir şey var ki, film tek başına değerlendirildiğinde kötü değil ancak serinin diğer filmleriyle karşılaştırdığımda daha yavan kaldığını söyleyebilirim.


Casse-tête chinois 

''Casse-tête chinois''  sadece geçtiğimiz hafta değil, 2014'de izlediğim en keyifli filmlerden biri diyebilirim ve ''geçen hafta izlediğim en iyi film'' diyerek de rahatlıkla ilan edebilirim.
Xavier'in maceralarını, hayatını, yolculuklarını izlediğimiz serinin de en iyi filmi. ''Les poupées russes'' hakkında olumsuz yorum yazdıysam da bu film için övgüler dizebilirim.

Xavier'i ve karmaşık hayatını New York'a taşıyarak yeni bir soluk katan bu filmde Xavier'in hayal kırıklığıyla sonuçlanan evliliği sonrası bir şeyleri yola koyma çabasını, yazarlık macerasını keyifli bir anlatımla izliyoruz.

Mizah dozu daha yüksek, dinamik bir film ''Casse-tête chinois''

Romain Duris; diğer iki filmi aşarak serinin en iyi performansını sergilerken, Audrey Tautou, Cécile De France, Kelly Reilly de ondan aşağı kalmayan bir oyunculukla eşlik ediyorlar.

Tek sıkıntısı var ki bence ''Neden her hikaye klişe olmayacak diye mutsuz son ile bitmek zorunda olsun?'' diyerek kılıf hazırladığını düşünerek sırtını bu görüşe dayasa da bence sonuyla biraz hazıra konmuşluk, aceleye getirilmişlik hissi vermesiydi. Filmin sonunda biraz gözümüze sokmaya çalışarak kılıfını hazırladıklarını düşündükleri son bana göre izleyiciyi tatmin eden, yeterli bir son değildi. Dolayısıyla puan kırılacaksa sonundan puan kırılması kaçınılmaz.


Godzilla

Bu yılın en dikkat çeken Blockbuster yapımlarından biri olan ''Godzilla'' cuma günü vizyona girerek bir kez daha Hollywood yapımı olarak izleyiciyle buluştu.
1998'de oldukça kötü bir Roland Emmerich yorumuyla beyazperdede boy gösteren Japon kültü, bu sefer Emmerich felaketiyle kıyaslanmayı hak etmeyecek kadar iyi bir Hollywood çevrimi ile beyazperdeyi ziyaret ediyor.

Daha iyi atmosfer, daha karanlık, özüne yakışır bir yapım ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Genç yönetmen Edward Gareths ortaya bir blockbuster'da bulabileceğiniz her türlü unsurdan, klişeden yararlanmış ve iddialı görsel efektlerle bezenmiş eli yüzü düzgün bir Godzilla yorumu çıkarmış. Klişe derken bir blockbuster'da görmemiz zaten kaçınılmaz olduğu için kimsenin gözüne batacağını sanmıyorum.

Özellikle belli başlı sekanslarda kurduğu ,izleyiciyi içine alan başarılı atmosferle akılda kalmayı başarıyor. Yönetmenin atmosfer yaratma konusunda başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu sekansların özellikle filmin ikinci yarısında artması ve bu atmosfere başarılı görsellerin eklenmesiyle film görsel bir şölene bürünüyor.

Senaryo konusunda yer yer sıkıntıya düşse de atmosfer, etkileyici bir Godzilla portresi ve görsel efektleriyle bunu telafi edebilen Godzilla, türüne bir yenilik getirmese de bir blockbuster'dan ne bekliyorsanız onu vaad eden bir yapım ama fazlası değil.


Pompeii

2014 sineması felaket ve epik türdeki filmlerin genel başarısızlığıyla devam ediyor. Bu kötü yapımlara eklenen bir yenisi de Paul W.S Anderson filmi ''Pompeii''

Pompeii filmin içini doldurma adına zorlama bir senaryo ile devam eden, başı sonu tutarsız, yer yer bir tv filmine de dönüşebilen bir yapım.
Maalesef elde iyi işlenebilecek bir konu varken bu fırsatı değerlendiremiyor ve izleyiciyi de içine çekemiyor.
Son 20 dakikasındaki görsel sahneler filmi kurtarmak için devreye girse de yetmiyor ve zayıf bir film olarak kalıyor akılda.

Filme dair tek aklımda kalan detay ise 2005 yapımı ''Lemony Snicket's A Series of Unfortunate Events'' filminde Baudelaire kardeşlerin en büyüğü Violet olarak hatırladığımız Emily Browning'i başrolde görmüş olmak.




The Hobbit: The Desolation of Smaug

Ve aralıktan bu yana önce sinemada iken kaçırıp ardından erteleye erteleye anca mayıs ayında izleme fırsatı bulduğum Hobbit üçlemesinin ikinci filmi: Desolation of Smaug

Film hakkında genellikle okuduğum yorumlar olumsuz yönde olup ilk filmin gerisinde kaldığı yönünde olsa da bende tam tersi bir etki yarattı. En az ilki kadar zevkle izledim. Önyargılarımı silip attı.
Şimdi artık üçüncü film kendini merakla bekletiyor.


Seyriniz bol olsun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bumerang - Yazarkafe