27 Şubat 2014 Perşembe

OSCAR ÖNCESİ ALTERNATİF BİR LİSTE

Malum bu hafta sinemaseverlerin merakla beklediği Oscar haftasındayız.
Pazar gecesi düzenlenecek olan ödül törenini beklerken adaylar da tartışıldı, tahminler yapıldı tabii.
Adaylığına veya aday olmamasına itiraz ettiğimiz filmler, oyuncular oldu her yıl olduğu gibi.

İşte buradan yola çıkarak kendi ''keşke..'' dediğim adaylıkların da yer aldığı bir anket düzenlemek istedim.
Belirtmeliyim ki anket tamamen kendi subjektif görüşlerimle oluşturulmuş bir anket oldu. Elimden geldiğince hakkı yendiğini düşündüğüm adaylıkları ekledim listeye. Fazladan eklediğim kategoriler de oldu. Umarım sizi de tatmin eder.

Zaten yeterince tartıştığımız adaylıklar yerine maksat; alternatif bir liste olsa sonuç ne olurdu? Bunu görebilmek.
Anket ödül töreninin düzenleneceği Pazar akşamı saat 21'e kadar oylamaya açık olacak. Katılımlarınız için teşekkürler.

http://www.jetanket.com/s/63503ce2e6
http://www.jetanket.com/s/4960d67f17


10 Şubat 2014 Pazartesi

VİZYON TAKVİMİ: 7-14 ŞUBAT


Sinema dünyasının ödül mevsiminin yaşandığı bu zamanlarda, şüphesiz en merak edilen ve gündeme oturan filmler de adaylık almış filmler oluyor.
Daha öncesinde başta Altın Küre olmak üzere birçok ödül törenini geride bıraktık. Önümüzdeki takvime baktığımızda ise, Bafta (16 Şubat) ve Oscar (2 Mart) sinemasevelerce beklenen ödül törenleri.

Şu ana dek Oscar "En iyi film" adaylarını baz aldığımızda, aday 9 filmden Captain Phillips, Gravity, American Hustle ve 12 Years a Slave vizyon yüzü gören filmler. Diğer filmlerden Philomena'nın vizyon tarihi belirsizliğini korurken, Nebraska; oldukça geç bir tarih olduğunu düşündüğüm 28 martta, Spike Jonze filmi ''Her'' 14 şubatta, Dallas Buyers Club ise 14 Martta bizde vizyona girecek.

Girişte bunlardan bahsetmemin sebebi bu hafta yani 7 şubatta aday filmlerinden bir başkasının vizyona girecek olması. Martin Scorsese filmi: The Wolf of Wall Street, bu hafta vizyonda.

THE WOLF OF WALL STREET
Başrolde, Scorsese filmlerinde aşina olduğumuz üzere Leonardo Dicaprio yer alıyor. Jordan Belfort'un hayat hikayesinin uyarlandığı filmde Dicaprio'nun yanı sıra Jonah Hill, Kyla Chandler ve 2 yıl önce The Artist ile ''en iyi erkek oyuncu'' ödülünün sahibi olan Jean Dujardin yer alıyor.
The Wolf of Wall Street'ın 5 dalda Oscar' aday olduğunu da belirtelim.

THE LEGO: MOVIE
Ve sadece bu yılın değil, son yılların en dikkat çekecek animasyonlarından biri olacağına inandığım ''The Lego: Movie'' bu hafta vizyonda.
İlk 3 gün 69 milyon dolar hasılat elde filmin yüksek imdb puanı da beklentiyi yükseltiyor diyebiliriz.
Küçüklerden çok özellikle büyüklerin ilgisini çekebileceğini düşündüğüm bir animasyon.

THE LEGEND OF HERCULES
Mitoloji meraklılarını sinemaya çekebileceğini düşündüğüm ancak fragmanıyla türünde pek de yeni şeyler sunmayan Legend of Hercules bu hafta vizyonda.
Amerika'da da gişede tercih edilmemesi ve birçok olumsuz yorum almasını da gitmeden önce göz önünde bulundurmak gerek diye düşünüyorum.
Özellikle önümüzdeki ay vizyona girecek olan ''300: Rise of Empire'' öncesi Hercules'in hikayesinin gişede başarılı bir iş çıkarabileceğini düşünmüyorum.

SAVING MR. BANKS
Ekim ayında Captain Phillips filminde izlediğimiz Tom Hanks bu sefer ''Saving Mr. Banks'' ile karşımızda.
Hanks'in yanı sıra kadrosunda barındırdığı Emma Thompson ile de dikkat çeken filmin, bügüne dek pek olumlu yorum aldığı söylenemez.

DAİRE
haftanın tek yerli filmi ''Daire'' Başka Sinema kapsamında vizyonda. Filmin başrolünde ''Bizim büyük çaresizliğimiz'' filminden de hatırladığımız Fatih Al yer alırken Al'a Nazan Kesal ve Erol Babaoğlu eşlik ediyor.

LA GRANDE BELLEZZA
Haftanın dikkat çeken bir başka filmi İtalya'dan. Altın Küre'yi kucaklayan ve Oscar'larda da En iyi yabancı film dalında aday gösterilen Sorrentino filmi ''La Grande Bellezza'' Başka Sinema'nın bu hafta izleyicisine sunduğu filmler arasında.

İyi seyirler

6 Şubat 2014 Perşembe

EN YENİLER: AYFER TUNÇ'DAN ''DÜNYA AĞRISI''

''Hikayeler insanı kendi kuyusundan çıkarır, başkasının kuyusuna atar...''

Çağdaş Türk Edebiyatı'nda, 25 yıllık yazarlık hayatı boyunca okuyucularının zihnine kazınan birçok roman ve öyküye imza atarak önemli bir yere sahip olan Ayfer Tunç'un yeni romanı ''Dünya Ağrısı'' Can Yayınlarından çıkarak raflardaki yerini aldı.

"Hayat, kayaç katmanları gibi parçalarına ayrılan değersiz bir kütledir."
Türkçe edebiyatın sözünü sakınmayan kalemi Ayfer Tunç, yazarlık hayatının 25. yılında sarsıcı bir romanla karşımızda.
Hayatı "yolcu" olarak yaşamak isterken baba mirası otelin işletmecisi, ailesinin "reisi" olmak zorunda kalan Mürşit, her geçen gün tamahkârlaşan bir şehirde, gerçek dostluğu İstanbulda bıraktığı hayaletlerden kaçarak Mürşitin oteline sığınan Madencide buluyor. İki arkadaşın dünya algısı, okuyucuya Türkiye tarihindeki utanç sayfalarının bir özetini sunuyor.
Arka planı toplumsal facialar, kitlesel cinnet hikâyeleriyle örülen Dünya Ağrısında, geçmişle hesaplaşma cesaretini gösteren insanları yaşadıkları toplumdan ayıran sınır imleniyor.
Dünya Ağrısı kelimelerle sıkılmış bir yumruk. 

Böyle bir şehirde sır saklamanın imkânsız olduğunun farkında değil. Öğrenecek elbet, bir gün şehir dediği şeyin birbirini gözleyen sayısız gözden ibaret olduğunu o da anlayacak. Ama buna çoktan alışmış olacak ya da daha fenası başkalarını gözleyen sayısız gözden biri haline gelecek. Babamın oğlu o olmalıydı diye düşünüyor, ben, oğlum gibi bir oğul olsaydım babam mutlu ölürdü; oğlum babamın istediği gibi bir oğul olduğu için ben mutsuz öleceğim.
(Tanıtım Bülteninden)''

3 Şubat 2014 Pazartesi

SOĞUK, ÖLÜM, DAVA...

Soğuk...
10 gündür kahve içmediğimi farkettim.
Hayret, şaşırdım kendime. Mutfağa yöneliyorum. Su koyuyorum ocağa. O sırada açık duran pencereden Şubat soğuğu hissettiriyor kendini, ürperterek. Boşuna dememişler Şubat soğuğu diye. Daha şubatın başı halbuki, ay sonuna kadar böyle sürer gider anlaşılan. Olsun diyorum, şikayetim yok. Hep sevmişimdir kış mevsimini. Varsın titretsin soğuğuyla.

O sırada açık duran pencereden bir seçim otobüsünün sesini işitiyorum. Geleneksel yerel seçim dönemi çilesi.
Sen istediğin kadar sinir ol, gözünü, kulağını kapa, yine de bir yerlerden karşına çıkıyor işte. Hayatının içine yerleşmiş bir ''büyük birader'' misali.
Otobüsün hangi partiye ait olduğunu kestiremiyorum, umursamıyorum da zaten. Son ses, cızırtılı hoparlöründen etrafa anlaşılmaz melodiler, anonslar yayarak uzaklaşıyor.
Ben dalmışım o sırada, su yavaş yavaş ısınmaya başlamış.

Ölüm...
Dün, aktör Philip Seymour Hoffman evinde ölü olarak bulundu. Ölüm sebebinin aşırı doz eroin olduğu söyleniyor. Henüz 46 yaşındayken hayata veda ediyor. ''Hayata veda etmek'' ne kadar basit, klişe bir ifade. Daha bir uçtan bir uca giderken bile bir şeylere, birilerine veda etmek zorken, 'hayata veda etmek' deyimini ne kadar da kolay söyleyiveriyoruz. Öylesine basit bir şeymiş gibi. Bunu söylemekten nefret ediyorum. Ne kadar az kullanırsam bu ifadeyi o kadar iyi hissedeceğim aslında.

Nerede kalmıştım? Yetenekli bir aktörün daha ölüm haberini aldık medyadan. Daha oynayacak filmler, toplayacak ödüller, yaşanacak yıllar varken Philip Seymour Hoffman adını bir daha herhangi bir filmin jeneriğinde görmemek üzere ayrılıyor dünyadan.

Her aktör bir anıdır diye düşünürüm ben. Oynadığı, izlediğim her filmi geliyor gözümün önüne Hoffman'ın. Hangi filmini ne zaman, nerede izlemişim, hangi filminden daha fazla etkilenmişim, tek tek gözümün önüne geliyor ve bir anı olarak kalıyor aklımda Philip Seymour Hoffman ve filmleri.

Sonra aklıma geçen haziranda ellisinde gözlerini yuman James Gandolfini geliyor, Hoffman ile herhangi bir bağlantısı olduğundan değil. Sanırım geçen yıla dair aklımda en çok yer edinen ölümlerden biri olduğu için.
Bir kez de onu hatırlıyorum ocaktaki su yavaş yavaş kaynarken.
Ölümün ırkı, coğrafyası, dili yok işte. İnsan, dünyanın öbür ucunda ölen, hiç tanımadığı, filmlerden aşina olduğu biri için de derin üzüntü duyabiliyor.
Ne diyelim işte. Sırada kimin ölüm haberini alacağız diye endişe ile beklerken geçiyor zaman.

Dava...
Bugün Kayseri'de, geçen haziranda dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz'ın davası görülüyor. Yoğun güvenlik önlemleri altında hem de! Tabii davayı, Ali İsmail'in ölüm şeklini düşünürsek bu yoğun güvenliği sağlayanları düşündüğümüzde çok ironik bir tablo çıkıyor ortaya.
Yazması, üzerine düşünmesi bile yeterince acı bir tablo. Bir süre internetten, oradan buradan takip etmemekte diretiyorum. Bakmaya içim elvermiyor çünkü. Sonra dayanamayıp twitter'ı, haber sitelerini açıp neler olduğuna göz gezdiriyorum.

Ali İsmail'in annesi feryat ediyor, babası, abisi fenalaşmış. Fırıncı, asıl mağdur benim demiş. Sanıklardan biri ''Ali İsmail diye tabir edilen şahıs'' diye bahsediyor öldürdüğü kişiden ailesinin gözü önünde. Bir öteki ''Çocuk kendini yere attı'' diyor. Ama Ali İsmail yattığı mezardan kalkamıyor tüm bunlar olurken. Sadece bir acı gerçek olarak duruyor annesinin göğsünde taşıdığı fotoğrafta.

Daha fazla bakmak istemiyorum. Kapatıyorum bilgisayarı. Sanki kapattığımda hiçbir şey olmamış, P. Seymour Hoffman ölmemiş, bugün Ali İsmail'in davası görülmemiş gibi.

Kahve mi? Kaldı öyle. İçilmedi, içilemedi zaten.
Bumerang - Yazarkafe