27 Mayıs 2013 Pazartesi

11'E 10 KALA

Küçüklükten beri koleksiyon yapmaya merakım olmuş, geniş bir koleksiyonu olanlara hep gıpta ile bakmışımdır.
Gazete küpürlerinden yaptığım ufak tefek koleksiyonumla, kullandığım Rotring kalemlerden oluşturduğum koleksiyonla teselli olmaya çalışmışımdır hep.

Ve de ne zaman bir sahafa girsem oradan çıkasım gelmez, o yılların birikmişliğine hayranlıkla bakardım.

İşte bu sebeplerden ''11'e 10 Kala'' konusunu okur okumaz ilgimi çeken bir film oldu. Uzun zamandır erteledim, en sonunda geçen gün izleyebildim ve sonuç olarak daha önce izlemediğime, ertelediğime bin pişman oldum.


Kendini oynayan Mithat Esmer'den tut, Nejat İşler'e kadar başarılı bir oyunculuk vardı. İzlerken zaten doğal olarak gözünüz Mithat Esmer'in şahane koleksiyonunda oluyor. Hem onu takdir ediyorsunuz, koleksiyonuna olan bağlılığından, onu bir yaşam biçimi haline getirmesini hayranlıkla izliyorsunuz, hem de yer yer düşünüyor, duygulanıyor, gülüyorsunuz.

Farklı rollerde görmeye alışkın olduğumuz Nejat İşler de apartman kapıcısı Ali rolünde hiç sırıtmamış, Mithat Esmer'e çok güzel eşlik etmiş. Ayrıca Laçin Ceylan'ı da görmek sürpriz oldu.


Daha önce hiçbir filmini izlemediğim Pelin Esmer'in yönetmenliğini ilk kez görüyorum. Ortaya gerçekten çok başarılı bir film çıkarmış. Hayranlık duymamak mümkün değil. Diyaloglar şahane, yer yer belgesel havası hakim.

Son zamanlarda izlediğim en keyifli, en içten 110 dakikaydı. İzlenmeli.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

ROLAND GARROS 2013 (26 MAYIS-9 HAZİRAN)

Tenis dünyasının en prestijli dört turnuvasından (Grand Slam) biri, toprak kortun en büyük turnuvası Fransa Açık, yani Roland Garros yarın başlıyor.

Wimbledon öncesi son büyük turnuvada, yine patlama yapması beklenenler, genç yetenekler, favoriler, turnuva boyu konuşulacak.


Peki turnuvanın başlamasına 1 gün kala erkekler cephesinde durum ne?

Bu yıl turnuva firelerle başlıyor. Son Amerika Açık şampiyonu ve bu yılın Avustralya Açık finalisti İskoç raket Andy Murray, geçtiğimiz günlerde turnuvadan çekildiğini açıkladı.
Bir diğer dikkat çeken fire ise Juan Martin Del Potro. Del Potro, her turnuvada dikkatle takip ettiğim, mücadelesini, maçlarını sevdiğim bir tenisçiydi. Bu turnuvada yer almayacak olması üzdü.

Tabii Roland Garros deyince ilk akla gelen isim, şüphesiz Rafael Nadal. Geçen yıl 7. Roland Garros şampiyonluğunu kazanan Nadal, geçtiğimiz hafta oynanan Internazionali bnl d'italia 2013 finalinde ortaya koyduğu oyunla yine iddialı olduğunu göstermişti. Hele ki yaşadığı uzun süreli sakatlıkları düşünürsek çok iyi bir dönüş yaptı diyebiliriz.
Nadal'ı her ne kadar hala sevememiş olsam da yiğidi öldür hakkını yeme demek lazım.


Her tenis sever gibi ben de turnuvalarda tarafsızlığımı koruyamıyorum. Nefret ettiklerim oluyor, desteklediklerim, sevdiklerim oluyor.
Benim de her turnuvada muhakkak desteklediğim, sevdiğim iki tenisçi var: Roger Federer ve Novak Djokovic

Eğer ki bana tenisi bir kişi sevdirdiyse o da Federer, nam-diğer Majesteleri olmuştur. Şüphesiz, sadece son yılların değil, tenis dünyasının kortlarda görmüş olduğu en iyi tenisçilerden. Rahatlıkla artık bir ikon, bir efsane haline geldiğini söyleyebiliriz.

Her ne kadar artık yaşlı kurt desek de bu turnuvada da yine gönlüm Federer'den yana olacak. Son Wimbledon şampiyonluğu hala akıllarda taze iken onu desteklememek mümkün değil.

Evet, belki artık çok iddiası yok, alabileceği her kupayı aldı. Varsın elensin ama yeter ki biraz daha oynasın. Bu gözler onu birazcık daha izlesin. Çünkü ben daha doyamadım Federer'e. Eminim ki böyle düşünen milyonlarcası vardır.


Tabii bir de son yılların kortlardaki hakimiyeti, dünya 1 numarası Novak Djokovic var. Bu yıla, Avustralya Açık şampiyonluğuyla başarılı bir şekilde başlayan Djokovic, geçtiğimiz yıl Roland Garros finalinde oynamış ve Nadal'a kaybetmişti.
En büyük merak konusu, toprak korttaki Nadal hakimiyetine son verip veremeyeceği.
Bu yıl Nadal ve Djokovic, aynı kurada çıktıkları için finalde eşleşme ihtimalleri olmayacak. Bu durum, turnuvaya nasıl yansıyacak, ne gibi eşleşmelerle karşılacağız merak ediyorum.


Turnuvadaki eşleşmeleri ve gelişmeleri Roland Garros resmi web sitesinden takip edebilirsiniz.

Turnuva yarın başlıyor. Roger Federer'e ve Djokovic'e bol şans deyip rengimi belli ederek yazımı noktalıyorum.

19 Mayıs 2013 Pazar

THE GREAT GATSBY'DEN NOTLAR

İddialı oyuncu kadrosuyla ve yönetmen Baz Luhrmann faktörüyle merak ettiğim filmlerden biri olan ''The Great Gatsby'' bu cuma itibariyle vizyondaki yerini aldı.

Cuma günü, seansa yetişmeye çalışırken filmi koca salonda tek başıma izlemiş oldum.

  • Öncelikle oyunculardan bahsetmek gerek. Leonardo Dicaprio, Tobey Maguire, Carey Mulligan ve Joel  Edgerton'dan kurulu oyuncu kadrosu iyi bir seyir vaat ediyor.
          Ancak ortada Oscarlık veya Oscar adaylığı alabilecek bir performans yok. Daha çok
          Tobey Maguire ve Joel Edgerton performans olarak öne çıkan isimler.

  • Başrol, Dicaprio'dan ziyade Tobey Maguire olmuş diyebilirim. Film boyuncu gerek anlatıcı olarak (Nick Carraway) ve gerek oyunculuk olarak Maguire ön plana çıkan isim. Fragmanlarda hep Dicaprio ismini gördük ama bu film, Maguire'nin filmi olmuş. Dicaprio, kötü bir oyunculuk sergilemiyor ama karakter yüzeysel kalmış diye düşünüyorum. Fazla aktif değildi.
          Muhtemelen bu filmden de eli boş dönecektir Dicaprio.

  • An Education, Never Let Me Go filmleriyle izleyip sevdiğim, son yılların yükselen oyuncusu Carey Mulligan; bu filmde de göz dolduruyor. Spider-Man serisinden beri izlemediğim Tobey Maguire ise filmde en beğendiğim isim.

  • Filmin bazı sahnelerinde kullanılan müzikler sırıtmış maalesef. Özellikle filmdeki parti sahnelerinde kullanılan müzikler, geçtiği dönemi yansıtmamış.


  • The Great Gatsby, 3D teknolojisini doğru kullanamayan filmlerden. Filme fazladan bir hava katmamış. Etkisini göremedim. Keşke kullanılmasaymış dedim.

  • Film, ilk yarısıyla yer yer sıkmış olsa da özellikle ikinci yarısıyla kotarıyor, başarılı bir iş çıkartıyor.

  • Sonuç olarak eksilerine rağmen artıların daha ağır bastığı bir film oldu benim için. İzlenmeli. Puan: 10/7.5

İyi seyirler.


16 Mayıs 2013 Perşembe

BAŞKA BİR DÜNYANIN MÜZİĞİ: FLEET FOXES

Hani bazı gruplar olur, melodilerini ilk duyduğun an farklı olduğunu hissedersin, anında çekim alanına alır seni.
Fleet Foxes da böyle oldu benim için. Sakin tınılarıyla, binbir türlü duyguyu yaşatan şarkılarıyla, vokal Robin Pecknold'un sesiyle çok farklı, özellikle günümüz müzik piyasasını düşünürsek ruha ilaç gibi yetişmiş bir grup.
 Ütopik melodilerin, şarkıların sesi Fleet Foxes. Son yıllarda Amerika'dan çıkma en kaliteli işlerden biri kesinlikle.

2006 yılında yayınladıkları ilk EP'den iki yıl sonra Haziran 2008'de grupla aynı adı taşıyan ilk stüdyo albümlerini çıkardılar ve aynı yıl birçok müzik otoritesi tarafından tam puan aldılar, yılın en iyi albümleri arasında gösterildi ilk albümleri.


Özellikle White Winter Hymnal, Sun It Rises, Tiger Mountain Peasant Song, Meadowlarks gibi şarkılarıyla, Folk evreninde kendilerine sağlam bir yer edindiler.


Benim kendilerini keşfetmem ise hemen çıkar çıkmaz olmadı.

Aradan bir müddet geçtikten sonra ben henüz Fleet Foxes isminden habersiz bir şekilde radyoyu açtım ve karşıma ilk dinlediğim Fleet Foxes şarkısı Mykonos çıktı ve böylece kendimi Fleet Foxes'un dünyasında bulmuş oldum o andan itibaren.

2011 Mayıs ayında ise, Helplessness Blues isimli ikinci albümlerini çıkardılar. Muhteşem olan ilk albümün üstüne daha ne kadar koyabilirler ki diye düşünürken ikinci stüdyo albümleri ile yine kendine hayran bırakan, aynı tarzı koruyarak ve üstüne ekleyerek yoluna devam Fleet Foxes'a bu albümle birlikte hayranlığım kat kat artarak devam etti.
Albüm ile aynı adı taşıyan çıkış parçası ''Helplessness Blues'' Paste Magazine tarafından ''2011 yılının en iyi 50 şarkısı'' listesinde birinci sırada gösterildi. Bu albüm ile grup, 2012 Grammy Ödüllerinde de adaylık aldı.


Ayrıca vokal Robin Pecknold hakkında bir yorum yapmadan olmaz. Kendisi henüz 27 yaşında ve bu yaşa iki harikulade albüm sığdırdı. (İlk albümde 22 yaşındaydı henüz)
Adını uzun süre duyuracağa benziyor kesinlikle.

Grup ile ilgili birkaç not:
- İlk albüm Fleet Foxes'un tüm şarkılarını vokal Robin Pecknold yazmıştır.
- Vokal Robin Peknold, bir röportajında sosyal fobisi olduğunu ve grup arkadaşlarından başka kimseyle takılmadığını söylemiştir. (Bu işin biraz magazinsel boyutu oldu.)


Hala dinlememiş, keşfetmemiş olanlar varsa kendilerine bir iyilik yapıp, bir çay veya kahve eşliğinde bu gruba ve albümlerine bir şans vermelerini tavsiye ederim.






14 Mayıs 2013 Salı

FESTİVAL ZAMANI: CANNES

Her yılın mayıs ayını merakla bekleten, sinema dünyasının en prestijli festivallerinden biri Cannes Film Festivali bu yıl 15-26 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek.


Festivalin bu yılki Altın Palmiye jüri başkanı ünlü yönetmen Steven Spielberg. Jüri kadrosunda bulunan diğer isimler de şöyle: Hintli oyuncu Vidya Balan, Japon yapımcı Naomi Kawase, Avustralyalı oyuncu Nicole Kidman, Fransız yönetmen ve oyuncu Daniel Auteuil, İngiliz yönetmen Lynne Ramsay, yönetmen Ang Lee, Rumen yönetmen ve yapımcı Cristian Mungiu, Avusturyalı aktör Christopher Waltz.

Festivalin açılışı filmi, ülkemizde bu hafta vizyona girecek olan Baz Luhrmann imzalı ''The Great Gatsby'' olurken, açılış gecesinin sunuculuğunu Fransız aktrist Audrey Tautou üstlenecek. Kapanış filmi olarak Jerome Salle imzalı ''Zulu'' gösterilecek.

Festivalde, bu yıl ülkemizden herhangi bir yapım yarışmayacak.Yönetmen Semih Kaplanoğlu, kısa metraj filmler yarışmasında jüri üyesi olarak görev yapacak.

Ayrıca Festivalde Fransız yönetmen Rene Clement imzalı 1960 yapımı "Plein Soleil" de Altin Palmiye ödülleri açıklanmadan bir gün önce, 25 Mayısta ''Klasik Filmler'' gösteriminde izleyiciyle buluşacak.
Alain Delon, festivalde onur konuğu olarak yer alacak.

Büyük ödül Altın Palmiye için 21 film yarışacak. Yabancı film dalında daha önce ''A Seperation'' ile Oscar alarak adından sıkça söz ettiren İranlı yönetmen Asghar Farhadi imzalı ''The Past'', Coen Kardeşlerin filmi ''Inside Llewyn Davis'', Steven Soderbergh filmi ''Behind the Candelabra'', Baz Luhrman'ın roman uyarlaması ''The Great Gatsby'' yarışacak filmler arasında bulunuyor.

Festival, 15-26 Mayıs tarihleri arasında canlı yayınlarla Ntv'den takip edilebilecek.

Altın Palmiye için yarışacak filmlerin listesi:

-The Great Gatsby, Yönetmen: Baz Luhrmann
-Only God Forgives, Yönetmen: Nicolas Winding Refn
-Borgman, Yönetmen: Alex Van Warmerdam
-The Great Beauty, Yönetmen: Paolo Sorrentino
-Behind the Candelabra, Yönetmen: Steven Soderbergh
-Venus in Fur, Yönetmen: Roman Polanski
-Nebraska, Yönetmen: Alexander Payne
-Just 17, Yönetmen: Francois Ozon
-Straw Shield, Yönetmen: Takashi Miike
-La Vie D'Adele, Yönetmen: Abdellatif Kechiche
-Like Father Like Son, Yönetmen: Kore-Eda Hirokazu
-Tian Zhu Ding, Yönetmen: Zhangke Jia
-Grisgris, Yönetmen: Mahamat-Saleh Haroun
-The Immigrant, Yönetmen: James Gray
-The Past, Yönetmen: Asghar Farhadi
-Heli, Yönetmen: Amat Escalante
-Jimmy P, Yönetmen: Arnaud Desplechin
-Michael Kohlhaas, Yönetmen: Arnaud des Pallières
-Inside Llewyn Davis, Yönetmen: Joel and Ethan Coen
-Un Chateau en Italie, Yönetmen: Valeria Bruni-Tedeschi

11 Mayıs 2013 Cumartesi

KARMATE'YE KULAK VERMEK

Karadeniz'den açılmış bir yelken, durmadan dönen, müziği Karadeniz kültürüyle öğüten bir değirmen: Karmate

Özellikle Kazım Koyuncu dönemi ile başlayan ve keskin bir yol alan, kitlelere yayılan Karadeniz Müziği, Kazım Koyuncu'nun ölümünden sonra da, onun açtığı yolda ilerleyen genç müzisyen ve gruplarla dinlenmeye, tanınmaya devam etti. Karmate de bu yolda özgün şeklini oluşturan gruplardan biri.


2005'te kurulan So Bulurt'un devamı olarak 2008 yılında Resul Dindar ve arkadaşları tarafından kurulan grup, 2009 Mayıs ayında ''Nani'' adlı ilk albümünü çıkardı.


Karadeniz'de kısıtlı da olsa varlığını sürdüren yerel dillerdeki türküleriyle, enstrümanların birbiriyle harmanlanışıyla ortaya çok güzel bir ilk albüm koyan grup, hayranlık uyandırmıştı.

Özellikle Skan Maskvama, Kara Duman, Shen Maxvel, Atma Türkü ve albümdeki diğer tüm yorumlarıyla ''Nani'', dinlenesi, tavsiye edilesi bir albüm olarak aklıma kazınmıştı.

İlk albümün ardından 2010'da ikinci stüdyo albümleri ''Nayino'' dinleyiciyle buluştu.

Albümde özellikle, söz ve müziği Yüksel Baltacı'ya ait olan, Şevval Sam ve Resul Dindar'ın düetiyle insanı alıp götüren Nayino, ilk dikkatimi çeken parça oluyor.

Geçtiğimiz yıl ise gruptan Resul Dindar ile birlikte 5 kişinin ayrıldığını öğreniyoruz. Resul Dindar kariyerine solo olarak devam ederken (Bu yıl, Divane adlı albümü çıktı) Karmate de revizyona uğradı.

Grubun yeni solisti, bayrağı Resul Dindar'dan devralan isim Hüseyin Ulusan oldu. İlk başta Resul Dindar'lı Karmate'ye alışanlar için garip gelse de dinledikçe ve zaman geçtikçe alışılacağını düşünüyorum. Kesinlikle kötü dersek haksızlık etmiş oluruz.

Grup, revizyona uğradıktan sonraki ilk albümleri ''Zeni'' ile Ocak 2013'de yoluna devam etti.
Yine zevkle dinledim, kulak verdim kendilerine.

Karmate'ye kulak vermek gerek...




6 Mayıs 2013 Pazartesi

MAYIS AYININ BEKLENEN FİLMLERİ

Mayıs ayı geldi. Tabii artık yaz sezonunun açılmasıyla birlikte özellikle bu aydan itibaren peş peşe aylardır fragmanları dönen, dev bütçeli, gişe canavarı olması beklenen filmler de vizyondaki yerini alacak.

Önümüzdeki ay; Star Trek serisinin 12. filmi; Into Darkness, Superman'ın beyazperdeye dönüş filmi: Man of Steel, Brad Pitt'i zombili film furyasında göreceğimiz ''World War Z'' (Her ne kadar çekimler sırasındaki yaşananlar, sonunun beğenilmeyip tekrar çekilmesi gibi şeyler düşündürse de yine de izlenecekler listesinde.) Haziran ayına damgasını vuracak muhtemel filmler.

Mayıs ayı da ilk haftası ile hareketli başladı. Önceki iki filmin başarısıyla zaten gelmesi sürpriz olmayan Iron Man 3, tüm zamanların en iyi haftasonu açılışı listesinde, 175 milyon dolar ile The Avengers'ın ardından ikinci sıraya yerleşti. Bu sonuç yapımcıları epey memnun edecektir ki 4. film de gelecektir tahminimce.

Ancak Iron Man, ilgimi çeken bir Marvel kahramanı olmadığı için, bu ay izlenecekler listemin dışında kaldı.

Bu ay özellikle beklediğim iki film var: The Great Gatsby ve The Hangover: Part III

Daha önce iki kez beyazperdeye uyarlanan The Great Gatsby, bu sefer Baz Luhrmann'ın yorumuyla izleyiciyle buluşacak. 

Fragmanıyla da göz kamaştıran film, özellikle Leonardo Di Caprio seçimiyle merak konusu. Filmde Di Caprio dışında, son yıllarda oyunculuğuyla, adından sıkça söz ettiren, parlayan genç oyuncu Carey Mulligan ve Spider-Man serisiyle tanıdığımız Tobey Maguire de oyuncu kadrosundaki isimler.
Film, 17 Mayısta vizyona girecek.


İlk iki filmini keyifle izlediğim The Hangover serisi de 31 Mayısta 3. filmiyle geri dönüyor.
İlk iki filmde olduğu gibi Bradley Cooper, Zach Galifianakis, Justin Bartha, Ed  Helms, Ken Jeong'dan oluşan ana kadronun yer aldığı film, serinin son filmi olacak.
Yönetmen koltuğunda Todd Philips oturuyor.


Jesse Eisenberg, Mark Ruffalo, Michael Caine ve Morgan Freeman gibi isimlerle dikkat çeken ''Now You See Me'' de bu ay vizyona girecek, dikkat çeken filmlerden biri. Fragmanıyla bir ''Ocean's Eleven'' tadı aldığım ve ilginç konusuyla cezbeden film 31 Mayısta vizyonda.


Morgan Freeman ve Michael Caine'ı bir kez daha aynı filmde görmek için bile izlenir.


3 Mayıs 2013 Cuma

BİR SÜPER KAHRAMANIN DÖNÜŞÜ: ''MAN OF STEEL''

Tüm süper kahramanlar içerisinde ''Superman'' için ayrı bir parantez açmak gerekir sanırım.

Küçük yaşlarda başlayan, alevlenen süper kahramanlara olan tutkum, Superman ile tanışmamla farklı boyuta ulaşmıştı.
Aslında daha önce Batman'ı tanımıştım. Karizmatik bir kahraman ve aynı zamanda bir insan olmasıyla kendini sevdirmişti hemen Yarasa adam. Sonra Superman geldi.

Farklılığı dikkat çekiciydi kesinlikle. İnsan üstü güçlerinin olması, Kripton denilen bir gezegen gelmesi (ki itiraf etmeliyim, elimde bulduğum ne kadar ansiklopedi, kitap varsa Kripton adında bir gezegen aramıştım.)
hemen beni kendine çekivermişti.
Sahaflardan zar zor bulunan, kapak tasarımlarıyla iştah açan, bir çırpıda biten çizgi-romanlar, çizgi diziler, Christopher Reeve'li filmler Superman evrenini oluşturmuşlardı.


Ardırdan 2006 yılı geldi. Superman sinemaya geri dönüyordu. Yeni Superman ise Brandon Routh olmuştu. (Sonra kayboldu ortalıktan. Film tutmayınca o da tutmadı sanırım.)
Bryan Singer yönetmenliğindeki ''Superman Returns'' birçok açıdan eksik, hayal kırıklığına uğratan bir film olmuştu. Sinemada başarılı bir Superman izleme hayallerim başka bir bahara ertelenmişti.

Aradan 7 yıl geçti.

Ve o bahar geldi sanırım. Yeni bir superman Henry Cavill, yönetmen koltuğunda Watchmen ve 300'den tanıdığımz Zack Synder, Batman üçlemesiyle adından sıkça söz ettiren David S. Goyer ve Christopher Nolan ile ''Man of Steel'' iddialı bir Superman filmi olarak 14 Haziranda vizyona girecek.


Tıpkı 2005'ten bu yana Batman serisinin geçirdiği evrim gibi Superman de bu film ile farklı bir yoruma kavuşabilir diye umut ediyorum.

Öncelikle senaryo kısmı en merak ettiğim konu. The Dark Knight Rises'ı çok beğenmemiş, sönük bulmuş olsam da Batman serisinin başarısını, yeniden doğuşunu göz önünde bulundurursak Christopher Nolan ve David S. Goyer gibi iki önemli isim filme dair beklentileri yükseltiyor.

Henry Cavill, Russell Crowe, Amy Adams, Laurence Fishburne gibi iddialı oyuncu kadrosuyla ''Man of Steel'' kendini dört gözle bekletiyor.

Trailer:




Bumerang - Yazarkafe